Budizm'in Modern Dünya İle Uyumu

Budizm modern dünyamızla uyumlu mu? Öncelikle, Budizm'in genel yaşamla olan uyumunu bırakıp neden sadece modern yaşam ile olan uyumundan bahsediyoruz? İşin bu tarafı oldukça ilginç. Modern hayatımızı özel kılan bir şey mi var? Cep telefonları ve diğer teknolojilerin yeni olduğunu biliyoruz – bu fenomenler, tarihin önceki dönemlerine kıyasla modern dünyamızda çok farklı. Bundan sadece on beş yıl önce cep telefonu diye birşey yoktu – ancak genel olarak bakarsak insanların durumu tarih boyunca aynı olmuştur. İnsanlar her zaman birbirleriyle tartışmışlardır. İnsanlar mutsuz olmuş ve hayal kırıklığına uğramıştır. Kimse başkalarıyla çok kolay bir şekilde yakın ilişkiler kurmuyor. Herkesin hayatı şu ya da bu şekilde endişelerle dolu; Günümüzün ekonomik zorlukları olsun ya da, binlerce yıl önce mahsul kıtlığına neden olan bir kuraklık olsun, sürekli bir şeylerden endişeleniyoruz. Budizmin her zaman sunacak bir şeyleri vardır ve sadece bizim zamanımız ile değil, tüm zamanlar ile uyumludur, tüm zamanlar için etkisini korur.

Video: Geşe Lhakdor — “Budizm Nedir?”
Altyazı seçeneğini aktif hale getirmek için lütfen video ekranının alt sağındaki “CC” ibaresine tıklayınız. Altyazı dilini değiştirmek için lütfen “Settings/Seçenekler” kısmına tıklayıp daha sonra “Subtitles/Altyazı” seçeneğini tıklayarak tercih ettiğiniz dili seçiniz.

Budist Bilimi, Budist Felsefesi ve Budist Dini

Kutsal Dalai Lama, Budist bilimi, Budist felsefesi ve Budist dini arasında bir ayrım yapar. Budist biliminin ve Budist felsefesinin herkese sunabileceği çok şey olduğunu söyler. Budist bilim ve felsefesinde mevcut olan öğretilerden ve anlayışlardan yararlanmak için illaki Budist dinine bakmamıza veya ilgilenmemize gerek yoktur.

Budist bilimi psikolojiyle alakalıdır; zihnin, duyguların ve algıların çalışma prensiplerine dair çok derin bir analiz sunar. Aynı zamanda mantık alanında ve kozmoloji hakkında sunabileceği şeyler ve içerdiği önemli bilgiler var. Budist felsefe gerçeklikle alakalıdır – gerçekliği nasıl anladığımızdan ve gerçeklikle ilgili fantezilerimizi ve projeksiyonlarımızı nasıl analiz ettiğimizden bahseder. Bunlar, Budizm'in reenkarnasyon, kurtuluş ve aydınlanma gibi daha dini yönlerini kabul etmek zorunda kalmaksızın, herkese yardımcı olabilecek şeylerdir. Dahası, meditasyon, zihni eğitmek ve hayata dair daha faydalı tutumlar geliştirmeye yardımcı olan bir yol olarak herkes için faydalı olabilecek bir pratiktir.

Budist Psikolojisinin ve Felsefesinin önemi

Budist psikolojisinin ve felsefesinin temel amacı, ıstırabı ve mutsuzluğu ortadan kaldırmaktır (Budizmin dini yönleride aynı amaca hizmet ediyor). Hepimizin duygusal zorluklardan dolayı çok fazla zihinsel ıstırabı ve psikolojik problemleri var. Mantıksız olmak ve gerçeklikten uzak olmaktan kaynaklanan bir dizine sorunumuz var. Budist öğretileri tüm bunların üstesinden gelmemize yardımcı olabilir.

Bir din olarak Budizm, gelecekteki yaşamımızda sorunların üstesinden gelmekten, yeniden doğuştan kurtulmaktan ve aydınlanmış bir Buda olmaktan bahsediyor. Ancak sadece psikoloji ve felsefe açısından bakarsak, bu yaşamdaki ıstırabımızı ve sorunlarımızı en aza indirmemize de yardımcı olabileceğini görürüz.

Buddha’nın öğretilerinin ana yapısı, Dört Yüce Gerçek üzerine inşa edilmiştir. "Yüce", gerçekliği görmüş olan varlıklara verilen adı temsil eden bir terimdir. Bunlar, gerçekliği görenlerin doğru olarak anladıkları veya doğru olarak bildikleri yaşam hakkındaki hakiki gerçeklerdir.

Gerçek Acı: Mutsuzluk, Mutluluk ve Takıntı

İlk hakiki gerçek acı çekmektir. Gerçek acı nedir? Hepimizin karşılaştığı sorunlar nelerdir?

İlk problemin adı mutsuzluk. Mutsuzluğun birçok derecesi olabilir; Ortamdan zevk aldığımız durumlarda, keyifli bir sohbetin parçasıyken, lezzetli yemekler yerken bile, yine de mutsuz olabiliriz. Öte yandan, acı çekiyor olsak bile, şikayet etmeden, üzülmeden ve sırf kendimize odaklanmadan mutlu olabiliriz; Hala huzur içinde olabiliriz, durumumuzu kabul edebilir ve ailemizi üzmediğimiz için endişelenmeden hayatımıza devam edebiliriz. Dolayısıyla mutsuzluk, hepimizin karşılaştığı ilk büyük problem türüdür.

İkinci tür problem biraz alışılmadık cinsten ve bu yüzden çoğu insan bunu bir problem olarak görmeyecektir; ikinci tür acı, bizim sıradan mutluluğumuzdur. Sıradan mutluluğumuzun neyi sorun? Sorun şu ki, sıradan mutluluğumuz uzun sürmüyor, hiç tatmin edici değil, asla bizim için yeterli olmuyor ve sürekli olarak değişiyor. Bir süreliğine mutlu oluyoruz ve sonra aniden ruh halimiz değişir ve artık mutlu değiliz – aniden bir mutsuzluk durumuna giriyoruz. Sıradan mutluluğumuz gerçekten hakiki nihai mutluluğumuz olsaydı, bizi mutlu eden bir şeye ne kadar sahip olursak o kadar çok mutlu olurduk. Dondurmayı düşünün - teoride, bir seferde ne kadar çok dondurma yersek, o kadar mutlu olmalıyız. Ama belli bir noktadan sonra artık dondurma yemek bizi mutlu etmiyor ve hatta dondurma yemeye devam edersek hastalanacağız. Yani hep peşinde koştuğumuz sıradan mutluluk aslında oldukça sorunlu bir şey.

Mutluluk sorunu çok ilginç bir mesele. Sık sık şöyle düşünüyorum: Zevk almak için en sevdiğim yiyeceklerden tam olarak ne kadar yemem lazım? Küçük bir tabak yeterli olur mu? Bu durumda yemekten keyif aldığımı ve daha fazlasına ihtiyacım olmadığını tam olarak söyleyebilir miyim? Bulduğum cevap bunun öyle olmadığını gösteriyor. Hep daha fazla yemek istiyoruz. Yani aldığımız zevk bile tatmin edici değil.

Üçüncü tür problemli durum, takıntılı varoluşumuzdur. Bu bağlamda takıntılı olmak, zihnimiz veya davranışlarımız üzerinde hiçbir kontrolümüz olmadığı anlamına gelir. Örneğin, aptalca bir şarkıyı kafamızın içinde dürtüsel olarak söylemek – bunu durduramayız. Ya da kompülsif olarak çok olumsuz düşüncelere sahip olmak, kompülsif olarak endişelenmek, sürekli kompülsif olarak konuşmak ve kompulsif olarak negatif davranışlar sergilemek gibi. Aslında, tüm bu takıntı halleri Budizm'de karma olarak adlandırılıyor; karma, bizi üzerinde herhangi bir kontrolümüz olmayan tekrarlanan davranışlar sergilemeye zorluyor. Ve bu takıntılı kompulsif  davranış, örneğin her zaman mükemmel olmaya çalışmak gibi, sözde "iyi bir davranış" olduğu durumlarda bile, asla tatmin edici olmuyor – her zaman mükemmel olma takıntısı oldukça stresli bir şeydir; ve de hiç de hoş bir şey değil.

İster yıkıcı veya isterse de yapıcı olsun, takıntılı davranışlar hiçbir zaman pozitif sonuçlar vermez. Bu tür davranışlar çok sorunlu şeylerdir, özellikle de öfke, açgözlülük, bağlılık veya kıskançlıktan kaynaklanan davranışlar söz konusu olduğunda. Bazı insanlar partnerleri hakkında kıskanç düşüncelere takıntılıdırlar – her zaman çok paranoyak ve şüpheli bir tavır takınırlar. Bu, takıntılı davranışın hiç hoş olmayan örneklerinden biridir. Düşünmenin, konuşmanın ve davranmanın bu takıntılı yönünün üstesinden gelmek harika olurdu.

Acının Gerçek Nedenini Bulmak İçin Kendi Zihnimize Bakmak

Budizm, bu sorunların nedenlerini bulmak için kendi içimize bakmamız gerektiğini söylüyor. Sorunlarımız için dış faktörleri suçlamak çok kolay; örneğin, ekonomiden, hava koşullarından veya politikadan dolayı kızgınım diyebilirsiniz. Gerçekte ise bunlar, belli alışkanlıkların ortaya çıkmasını kolaylaştıran basit dış koşullardır – şikayet etme alışkanlığı gibi içimizdeki alışkanlıkları dışa vurmamıza neden olurlar. Sorunun dış faktörlerden kaynaklandığına inanıyoruz, ama aslında sorun bizim takıntılı şikayetlerimizde. Aslında, dışarıda ne olduğu hiç önemli değil; dışarıda olup biten her şey sadece bizim şikayet etmemiz için birer konu oluşturuyor.

Video: Geşe Tashi Tsering — “Neden Budizm'i Öğrenelim?”
Altyazı seçeneğini aktif hale getirmek için lütfen video ekranının alt sağındaki “CC” ibaresine tıklayınız. Altyazı dilini değiştirmek için lütfen “Settings/Seçenekler” kısmına tıklayıp daha sonra “Subtitles/Altyazı” seçeneğini tıklayarak tercih ettiğiniz dili seçiniz.

Budizm'deki temel argümanlardan biri, hayatı nasıl deneyimleyeceğimizin aslında kendimize bağlı olduğudur. Hayatta tabii ki inişler ve çıkışlar olacak; bunları çok endişeli ve rahatsız bir şekilde deneyimlemek de, gönül rahatlığıyla ve huzurlu bir şekilde deneyimlemek de bizim elimizde. Her şey gerçekten de bize bağlı. Yapmamız gereken şey kendi içimize bakmak, kendimizi incelemektir: Ne tür sorunlarım var? Bu sorunlar neden kaynaklanıyor? Mutsuzluğumun nedeni nedir? Sıradan mutluluğumun ve takıntılı olmamın arkasında yatan şey nedir? Tüm bunların sebepleri neler?

Budizm, sorunlarımızın gerçek nedenlerini keşfetmek için daha derine, her defasında daha da derine inmemiz gerektiğini söylüyor. Örneğin, "Benim sorunum çok öfkeli olmak" diyebiliriz. Ama hemen ardından şunu sormalıyız: Ben neden öfkeleniyorum? Buradan şunu keşfediyoruz, sorunlarımızın gerçek sebebi kafa karışıklığı: nasıl var olduğumla ilgili kafa karışıklığı, başkalarının nasıl var olduğu ile ilgili kafa karışıklığı, dünyadaki diğer her şeyin nasıl var olduğu ve hayatımda olup biten her şeyle ilgili olarak oluşan kafa karışıklıkları. Tüm bunların gerçekliğini görmek yerine, yaptığımız şey aklımıza gelen her türlü fanteziyi gerçek hayata yansıtmaya çalışmaktır.

İmkansız Düşünceleri Uygulamaya Çalışmak

Varolmanın imkansız yollarını gerçekliğe yansıtmaya çalışırız. Örneğin, kendimizle ilgili olarak hep şu düşünceye sahibiz: "Her zaman kendi yolumu seçmeliyim. Herkes beni sevmeli. Herkes bana özen göstermeli. Benim söylediğim ve düşündüğüm şeyler çok önemli." Bunun örneklerini blog yazılarında, mesajlaşmalarda ve sosyal ağlarda görebilirsiniz. Bu yeni teknolojilerin ana fantezisi şudur: Benim söylediklerim çok önemli. Benim söylediklerimi bütün evren duymalı. Daha yeni kahvaltı yaptım ve herkes kahvaltıda ne yediğimi kesinlikle bilmek istiyordur. Ve bu sabah kahvaltıda yediklerime yanıt olarak yeterince insan “beğen” butonuna tıklamazsa, o zaman bütün günü üzgün olacağım.

Başka bir yanlış düşünce, kontrolün her zaman bizim elimizde olması gerektiği fikridir. Bir çalışmanın parçası iken her şeyin bizim kontrolümüz altında olması gerektiğini düşünürüz. Aklımızda şöyle bir fikir olur: "Her şeyi anlıyorum ve her şeyin çalışmasını istediğim şekilde çalışmasını sağlayacağım. Ofisimdeki herkesin işlerini tam olarak benim istediğim gibi yapmasını sağlayacağım. Ailemdeki herkesin benim onların yapmasını istediğim şeyleri yapmalarını sağlayacağım." Bu çok absürt. Bu düpedüz imkansız – bunu hepimiz biliyoruz – ancak bu düşüncelerin arkasında şu projeksiyon var: Bu işler benim yaptığım gibi yapılmalı çünkü doğru yol benim bildiğim yol. Diğer herkesin seçtiği yollar yanlış ve benim seçtiğim yol kadar iyi yollar değiller.

Veya biri için "Beni sevmelisin" veya "Bu kişi özel biri" düşüncesine sahip oluruz. Ebeveynlerim veya köpeğim gibi başka varlıkların beni sevmesinin önemli değil, ancak bu spesifik kişi beni sevmeli ve eğer sevmiyorsa buna göre çok üzüleceğim fikrine sahip oluyoruz. Antarktika'daki büyük penguen kolonilerini düşündüğümde her zaman bu kavramı hatırlıyorum. Onbinlerce penguen var ve hepsi birbirine benziyor, ancak erkek penguenlerin bakış açısı farklı; onlara göre sadece bir dişi penguenin yeri çok farklı ve erkek penguen on binlerce penguen arasından bir tek o dişiye bağlanıyor: "Bu dişi kesinlikle çok özel ve onun beni sevmesini istiyorum." Bir penguenin veya bir bireyin herkesten daha önemli olduğu, çok özel olduğu ve diğerlerinin onlar kadar önemli olmadığı düşüncesi sadece bir fanteziden, bir projeksiyondan ibaret.

Yani, ya kendimizi (ben özel biriyim) ya da başka birini (sen özel birisin) şişiriyoruz. Ya da başımıza gelen bir hadiseyi şişiriyoruz. Örneğin, her halde çocuğumun okul performansı pek iyi değil; Evrende bu sorunla karşılaşan ilk ve tek kişi benmişim gibi hissediyorum. Ya da sırtımda bir ağrı var ya da kendimi stresli hissediyorum – sanki başka hiç kimsede bu sorunlar yokmuş gibi, sadece benim böyle sorunlarım var ve bu dünyadaki en kötü şey. Ya da şöyle düşünüyoruz: "Beni kimse anlamıyor. Diğer herkesi anlamak çok kolay ama ben özel biriyim."

Tüm bunları şişiriyoruz ki, buna projeksiyonlama denir. İnsanlara imkansız bir şeyler projeksiyonlar ve kendimizi buna inandırırız. Ardından kendimizi güvensiz hissetmeye başlarız, bu da bu projeksiyonumuzun gerçekliğe tam olarak uymadığını anladığımızı kanıtlıyor. Kendimizi güvensiz hissediyoruz ve ardından bu çok önemli “ben”in güvenliğini sağlamak için çeşitli duygusal stratejilere el atıyoruz. Örneğin, her zaman kendi yolunu bulması gereken bir “ben” var – peki kendi yolumuzu bulamadığımızda ne yapacağız. Öfkeleniriz, öfkemiz dışa yansır: “ben durumun böyle olmasını istemiyordum”. Diğer senaryoda, işler istediğimiz gibi giderse, o zaman bu duruma çok bağlanırız, “etrafımdaki her şeyin kendi istediğim gibi olmasını sağlayabilirim ve bu da beni güvende hissettirecek” diye düşünürüz. Ya da çok açgözlü bir tavır takınırız: eğer bir başkası istediğini alır ve ben alamazsam, onların sahip oldukları şeyleri kıskanacağım ve sahip oldukları her neyse onları kendim için isteyeceğim. Sonra bu rahatsız edici duygulara takıntılı bir şekilde uymaya başlarız. Öfkeli bir şekilde birine bağırırız veya korkunç kıskançlık veya açgözlülük düşünceleri takıntılı bir şekilde kafamızda dolaşmaya başlar.

Tüm bunlar sorunlarımızın gerçek nedeni olarak görülebilir. Mutsuzuz ve ne yapıyoruz? Şikayet ediyoruz: Zavallı ben, çok mutsuzum. Ve mutluysak, asla yeteri kadar mutlu olamıyoruz. Mutluluğumuza bağlıyız ve asla tatmin olmuyoruz – her zaman daha fazlasını istiyoruz. Kendinizi gözlemlediğinizde, bir köpeğe benzer yanlarınızın olduğunu hiç düşündünüz mü? Bir köpek yemeğini yerken, başka hiçbir köpeğin gelip yemeklerini kapıp götürmeyeceğinden emin olmak için her zaman etrafını gözlemler. Yani tıpkı köpekler gibi insanlar da şöyle hissediyor: Mutluluğumu yaşıyorum. İşler tam istediğim gibi gidiyor. Ama belki de biri gelip mutluluğumu elimden alacak. Güvensiz hissediyoruz.

Ne kadar çok kendimizi analiz edip kendi derinliklerimize inersek, keşfettiklerimiz bizi bir o kadar çok şaşırtıyor. Şöyle düşüncelerimiz var: “Mutluyum ama belki daha da mutlu olabilirim. Mutsuzum ve sonsuza kadar mutsuz olacağım. Zavallı ben. Asla bu depresyondan çıkamayacağım." Zihnimizin sürekli nasıl var olduğumuzla ilgili kafa karışıklığı içinde döndüğünü keşfediyoruz.

Alternatif bir düşünme yolu şu olabilir; örneğin, eğer bir şeye sahipsem, onunla tatmin olabilirim. Mesela bir saatim var diyelim. Saat çalışıyor ve bozulursa onu tamir de ettirebilirim. Sahip olduğum saatle tatmin olmayı seçebilirdim, ama bunun yerine belki başka birinin saatine bakıp şöyle düşüneceğim: "Vaay, benimkinden daha iyi bir saati var." Ardından sorunlar başlar. “Ah, benim saatim onun saati kadar iyi değil. Neden sadece bu kalitesiz saate sahibim ki?” Nasıl daha iyi bir saat alabilirim acaba? İnsanlar benim bu ucuz saati takdığımı görürlerse, hakkımda ne düşünecekler?"

Başkalarının ne düşüneceği konusunda endişelenmek çok yaygın bir duygu – kaygı. Çoğu sorun, kendi imajımızla, başkalarının bizi nasıl gördüğü konusunda endişelenmekle ilgilidir. Benim durumumda, en iyi öğretmenlerin en iyi saatlere sahip olması gerektiğini düşünebilirim. Ama başka bir düşünme yolu şu olabilir: ucuz bir saatim var, ne olmuş yani? Sahip olmaya çalışmamız gereken içgörü işte bu: Ne olmuş yani? Ne tür bir saate sahip olduğum gerçekten önemli mi? Kolumdaki saat bana saatin kaç olduğunu söyleyebiliyor ve tek umursadığım şey de bu.

Diğer uçta da düşüncelerimiz olabilir: İyi bir saatim olması gerektiğini düşünmek yerine, Budist bir öğretmen olmam gerektiğini ve bu yüzden alçakgönüllü olmam gerektiğini düşünebilirim. Pahalı şeylere sahip olmamam gerek çünkü o zaman insanlar tüm bunları para için yaptığımı düşünecekler. Böyle düşünürsem ucuz bir saatim olduğu için çok gurur duyardım ve saatimi herkesin görmesi onu hep takardım; Saatimle gösteriş yapmak isterdim: “Baksana ne kadar da ucuz bir saatim. Ben çok alçakgönüllüyüm, Ben çok Budistim." Ve elbette ki, bunun çok rahatsız edici bir ruh hali olduğunu herkes anlamıştır.

Bu da bir istırab. Budizm'in bahsettiği şey de budur – kafası karışmış, endişeli düşünce kalıplarından nasıl kurtulabiliriz? Bütün bu acılar tutumlarımıza, özellikle de kendimizle ilgili tutumumuza dayanıyor.

Hakikaten Durdurmak

Buda'nın gördüğü üçüncü Yüce Gerçek, tüm bu sorunlardan kurtulmanın aslında mümkün olduğudur. Yani bu problemleri bir daha asla tekrar etmeyecek şekilde hakikaten durdurmak mümkündür. Sadece uykuya dalmak ve uyurken sorunlarımızdan uzaklaşmak gibi düşünmeyin, çünkü uyandığımda sorunlarımız da tekrar geri geliyor. Amacımız bu tür bir geçici çözüm bulmak değil.

Neden sorunlardan sonsuza kadar kurtulmanın mümkün olduğunu söyleyelim? Bu sadece naif bir düşünce mi? Yoksa gerçekten yapılabilecek bir şey mi? Budizm'in söylediği şu ki, tüm bu sorunlardan sonsuza kadar kurtulmanın mümkün, çünkü zihnimizin temel doğası saftır. Şimdi bunun tam olarak ne anlama geldiğini anlamamız gerekiyor. Budizm'de zihin hakkında konuştuğumuzda, kafamızda mevcut olan ve düşünme eylemini yerine getiren bir tür makineden bahsetmiyoruz. Tamam zihinsel bir etkinlikten bahsediyoruz. Zihinsel etkinliğimiz hiç durmadan devam eder. Zihinsel etkinlik sadece düşünmeyi değil, duyguları ve algıları da içerir. Budizm, temel zihinsel etkinliğin mutlaka kafa karışıklığıyla karıştırılmasına gerek olmadığını öğretir. Zihinsel etkinliğin öfke ve benzeri rahatsız edici duygularla karıştırılmasına gerek yoktur – bu zihinsel etkinliğin doğasının bir parçası değildir.

Şimdi kafanızda, her zaman kızgın veya kafamız karışmış durumda oluyoruz gibi bir düşünce oluşmuş olabilir. Birçok insan, kafalarında durmaksızın defalarca çalan bir şarkıyı duyma deneyimine sahiptir. Şarkı hiç durmayacakmış gibi görünür. Sabah uyandıktan sonra tekrar çalmaya başlar. Aptalca ama aynı zamanda takıntılı bir şey bu. Ancak bu çalan şarkı, kişinin zihinsel etkinliğinin gerçek temel doğasının bir parçası değildir. Öyle olsaydı, o şarkı doğum anından başlayarak şu anki zamana kadar hep kafamızda olurdu. Ancak zihinsel etkinlik böylesine imkansız bir biçimde mevcut olmaz; Kafamızda durmaksızın çalan bir aptal şarkının var olması söz konusu olamaz, bu imkansız. Kafamda çalan bu şarkıya karşı koyabilirim. Örneğin nefes alış-verişlerimi sayarak buna karşı koyabilirim. Bu, şarkıyı en azından geçici olarak durdurmanın çok kolay bir yoludur. Nefesinizi on bire kadar sayın ve sonra baştan tekrar başlayın. Gerçekten nefesinize odaklanıp konsantre olursanız, şarkıyı durduracaksınız. Bu, şarkının zihinsel aktivitenin içsel bir parçası olmadığını kanıtlar.

Tutumumuzu Değiştirerek Rahatsız Edici Duygulara Karşı Koymak

Rahatsız edici duygular için de aynı şey geçerlidir. Karşı güçlerle onlara karşı koyabiliriz. Tutumumuzu değiştirebiliriz. Bir tutum değişikliğiyle, tüm deneyimimiz de değişmiş olacak. İşyerinde bir projeyi bitirmeye çalışıyor ve buna çok zor bir görev olarak bakabilirim. Bu projeye hiçbir zaman bitiremeyeceğim, çok korkunç bir şey gibi bakabilirim. O zaman gerçekten ıstırab çekeceğim. Öte yandan, tavrımı değiştirebilir ve buna bir challenge olarak bakabilirim. Şöyle düşünebilirim: "Bu gerçek bir challenge. Bunu halletmeye çalışmak güzel bir macera olacak. Bakalım üstesinden gelebilecek miyim?”- İşe bir bulmaca çözmek gibi yaklaşabilirdim. Bilgisayar oyunlarına nasıl baktığımızı bir düşünün. Oyunun çok zor olduğunu düşünebilir ve bu yüzden asla oynamayacağınızı öngörebilirsiniz. Ya da oyuna sırf eğlence gözüyle de bakabilirsiniz; bunu bir macera olarak düşünebilirsiniz – “oyunu çözmeye çalışacağım, bu oyunda ustalaşmaya çalışacağım”. Ve oyun çok zor ise o zaman bir o kadar da eğlencelidir. Yani her şey tutumumuzu değiştirmeye bağlı.

Nasıl var olduğum, nasıl var olduğunuz ve etrafımdaki her şeyin nasıl var olduğu konularındaki kafa karışıklığına gelince, buna karşı koymak için de bir çözümümüz var. Varlıkların nasıl var olduğunu bilmemekten ziyade, onların gerçekte nasıl var olduklarına odaklanabilirim. Yanlış bilmek yerine, doğru bilmeyi seçebilirim.

Gerçekliği Anlamanın Hakiki Yolu

Dördüncü Yüce Gerçek, varlıkların gerçekte nasıl var olduklarını doğru bir şekilde anlamakla ilgilidir. Buna genellikle Hakiki Yol denir ve anlayışın, bir şeyi anlamanın hakiki yolu anlamına gelir. Bu hakiki anlayış biçimi, yanlış bir anlayış biçimini etkisiz hale getirir. Varlıkların gerçekte nasıl var olduklarından emin olduktan sonra, onların var olduğunu düşündüğümüz diğer biçimlerin imkansız ve absürt olduğunu anlarız. Sonra bu kesinliği kullanarak doğru anlayışla yolumuza devam ederiz.

Örneğin, birisi şöyle düşünebilir: “Evrenin merkezi benim. Ben tarihteki en önemli insanım ve her zaman kendi yolumu seçmeliyim." Bu düşünceye karşı bir düşünceyle cevap vermek gerekirse: “Ben gerçekte kimim? Özel biri değilim çünkü herkes ile aynıyım. Neden kendi yoluna sahip olan tek kişi ben olayım?" Şu düşünce çok mantıklı: "Ben özel biri değilim. Herkesle eşitim." Bunun doğru olduğunu nasıl bileceğiz? Evrenin merkezi olsaydım, gerçekten kendi yoluna sahip olması gereken tek kişi ben olsaydım, diğer herkes bu ilkeyi kabul etmeliydi. Öyleyse neden kabul etmiyorlar? Aptal oldukları için mi? Peki ya ben doğmadan önce yaşayan ve ölen insanlar – onlar da en önemli kişinin ben olduğumu düşünmeli mi? Ve neden sadece benim kendi yolum olsun ve diğerlerinin kendi yolları olmasın?

Analiz ediyoruz. Şunu düşünmek çok önemli: Dünyayı projeksiyonlama ve ele alma şeklim yeterince mantıklı mı? Ve eğer mantıklı değilse, o zaman neden takıntılı bir şekilde mantıklıymış gibi davranıyorum – sanki her zaman kendi yolum olmalıymış gibi, etrafımda olup bitenleri her zaman kontrol etmem gerekiyormuş gibi hareket ediyorum. Bu bilerekten kafamı duvara vurmaktan başka bir şey değil. Bu yüzden böyle davranmaya başladığım hiss ettiğimde, kendimi uyarmaya çalışacağım. Ve ne yaptığımı fark eder etmez, kendime "Bu aşırı derecede saçma" diyorum ve buna bir son veriyorum. Takıntılı bir davranış sergilememizin nedeni neler olup bittiğinin farkında olmamamızdır.

Elbette, belli bir şekilde düşünmeyi bırakmak kolay değildir. Fakat tekrar tekrar kafamızda çalan şarkının geçip gitmesi örneğinde olduğu gibi, nefes alış verişlerimizi sayarak olumsuz zihinsel davranışlara karşı koyabilir veya en azından onları geçici olarak durdurabiliriz. Bu nefes sayma yönetimini aynı zamanda kompulsif endişe, kompulsif düşünceler ve hayal kırıklığı ve üzüntü gibi duygular için de kullanabiliriz. Sorunumu derinlemesine analiz edip nedenlerini açığa çıkaramasam bile, en azından olumsuz düşüncelerimin devam etmesine izin vermemiş olurum; bunun yerine nefesimi sayarım. Başka bir deyişle, sakinleşmiş olurum. Bu endişeli telaşın ve düşünme stresinin ortasında biraz ara verebilirim: Neden bu durum benim istediğim gibi gitmiyor? Zihinsel bir moladan sonra biraz daha sakin oluruz ve sonra kendimize şunu sorabilecek duruma geliriz: “Neden her şeyin benim istediğim gibi gitmesini bekliyorum? Ben tanrı mıyım?"

Mantıksız düşüncelerin bir başka yaygın örneği, herkesin beni sevmesi gerektiği inancıdır. Buna ters olan düşünce şudur: Buda’nın yaşamı boyunca bile herkes Buda’yı sevmemişti, öyleyse neden herkesin beni sevmesini bekliyorum? Bu, olaya biraz daha gerçekçi yanaşmamıza yardımcı oluyor. Hayatla ilgili bazı çok temel gerçekler var ki, bunlardan biri de herkesi memnun edemeyeceğiniz gerçeğidir. Belki de herkesi memnun etmek istiyoruz ama maalesef böyle bir şey mümkün değil, öyle bir dünya yok. Onları memnun edip etmememiz onların kendilerine bağlıdır – bu onların tutumlarına bağlıdır, ki bu da benim kontrolümde değil. Bu çok güçlü bir içgörü: İnsanların beni kabul edip etmemesi birçok nedenin ve birçok koşulun getirdiği sonuçlara bağlıdır. Bana verdikleri tepkiler yalnızca benim eylemlerime bağlı değildir. Elbette elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız ama imkansızı beklememeliyiz. İyi biri olmaya niyetleniyoruz, iyi davranmaya çalışıyoruz ama kimse mükemmel değildir. Mükemmel olan Buda, ama ben bir Buda değilim.

Gerçek anlayış ve hakiki yol, kafa karışıklığımızı analiz etmek ve ortadan kaldırmak için ona net bir anlayış ile cevap vermekten geçer, bunu yapmak için de nasıl var olduğumu, sizin nasıl var olduğunuzu, herkesin ve her şeyin nasıl var olduğunu doğru bir şekilde anlamak gerek.

Trafik Sıkışıklığına Nasıl Tepki Verilir

Modern hayatımızdan bir örnek verelim. Diyelim ki, trafiğe takılıp kaldım ve bu da randevuya geç kalmama neden oluyor. Bu durum beni mutsuzluğa itiyor. Kafamdan sabırsızlık ve öfke ile dolu takıntılı olumsuz düşünceler geçiyor. Bu, düşüncelerinizi yönetmek için yeniden doğuşa inanmanıza gerek olmayan bir durumdur. Bu durumda Budist bilimi ve felsefesinin temel anlayışları bize yardımcı olabilir. Durumu analiz edebilirim: Neler oluyor? Geç kaldım ve mutsuzum. Sadece "ne olmuş yani, sadece mutsuzum işte" diyebilir ve düşünmeyi orada bırakabiliriz. Ama mutsuz olduğumu kabul etmek yerine, bu mutsuzluğa odaklanıyor ve ona takıntılı hale geliyorum; Mutsuzluğa projeksiyon yaparak sonsuza kadar süreceğini düşünyorum. Budizm'de kullanılan görüntüyle ilişkilendirirsem, susamış bir insan gibiyim, susuzluktan ölüyormuşum gibi su içmek istiyorum. Yaşadığım mutsuzluk, inanılmaz derecede susamış olmak ve su içmem gerektiğini hissetmek ile mukayese edilebilir. Tıkanmış trafikte şöyle düşünüyorum: "Bu durumdan kesinlikle kurtulmalıyım ve bu mutsuzluk ve hayal kırıklığından kurtulmayı dört gözle bekliyorum." Bu, susamış birinin "su içmeyi dört gözle bekliyorum" diye düşünmesine benzer.

Bu susuzluk görüntüsünün mutlu hissettiğimiz zamanlara da ait olması çok ilginç. Mutluluğumuzun bitmesini istemiyoruz ve ona sıkıca sarılıyoruz. Aşırı susadığınızda ve su içtiğinizde o ilk yudumun size nasıl hissettirdiğini hayal edin. Tutumunuz ne olurdu? O kadar susadık ki tek bir yudum su bizi tutmaz; daha çok istiyoruz, daha fazla su içmeye can atıyoruz. Bu kendi içimizde analiz etmemiz gereken çok ilginç bir mesele. Mutluluğa susuyor muyum? Hepimiz mutlu olmak istiyoruz; kimse de mutsuz olmak istemiyor. Bu, Budizm'de kabul edilen genel bir ilkedir ve bunda yanlış bir şey yok. Ama mutluluğa ulaşmaya yönelik tavrım susuzluktan ölen birinin tavrıyla aynı mı? Mutluluğa susuyor olabilir miyim? Biraz mutlu olduğumda, stresli hissediyor muyum? Şöyle düşünüyor muyum: “Mutsuzluğumu benden almayın! Bu mutluluğu kaybetmek istemiyorum! " Ve eğer bu mutluluğu kaybedersem, şöyle düşünür müyüm: “Ah, dayanamıyorum! Mutluluğumu geri almalıyım! " Üçüncü olasılık ise tarafsızlıktır: Şu anda susamıyorum, ama daha sonra susayabileceğimden endişeliyim, bu yüzden gittiğim her yere bir şişe su taşıyorum, çünkü gelecekte muhtemelen susayacağım. Gerçekten mutlu olmadığımız ve gerçekten mutsuz olmadığımız zamanlarda bile, hala gelecekte çok mutsuz olabileceğimizden korkuyoruz.

Kendi Mutsuzluğumuzla Başa Çıkmak

Trafikte sıkışıp kalmak ve hayal kırıklığına uğramak, mutsuzluğa odaklanmak ile benzerdir. Trafikte sıkışıp kaldım ve susamış biri gibi endişe içerisinde şöyle düşünüyorum: “Bu durumdan kurtulmalıyım. İçinde bulunduğum bu mutsuz ruh halinden kurtulmalıyım." Bu mutsuzluğa takıntılıyım ve sonsuza dek süreceğini düşünüyorum.

Yavaş trafikte sıkışıp kalmak ve hayal kırıklığına uğramak gibi zor bir durumda, odaklandığım ilk şey ne kadar mutsuz olduğumdur: "Zavallı ben, geç kalacağım. Zavallı ben, trafikte sıkışıp kalmış olmama dayanamıyorum. Ben kendi yoluma sahip olmalıyım. Bu durumu kontrol edemiyor olmak beni yiyip bitiriyor. Kontrolün elimde olmasını istiyorum, olabildiğince hızlı sürmek istiyorum." Odaklandığım ikinci şey, sanki sonsuza dek çözülemeyecekmiş gibi görünen trafiğin kendisidir: "Bu trafik asla bitmeyecek. Bütün gün burada sıkışıp kalacağım." Kontrol bende olmadığı zaman buna tahammül edemem.

Burada olup biten şey, aslında bir projeksiyon takıntısı – hissettiğim mutsuzluğa dair bir projeksiyon, trafikle ilgili bir projeksiyon ve kendim hakkımda bir projeksiyon. Yapmamız gereken şey, bu üç projeksiyonu da analiz etmek ve bunu yapmak için Budist felsefesinin genel ilkelerini kullanmak bize çok ama çok yardımcı olacak. Budist öğretileri, mutluluk ve mutsuzluğun inişli çıkışlı olduğunu söyler. Ruh halimiz sürekli inişlerde ve çıkışlarda gidip geliyor. Her durumun değiştiğini bilir ve kabul edersek, o zaman şöyle düşünebiliriz: “Peki, şu anda mutsuzum. Ama bunun özel bir tarafı yok.  Bu mutsuzluk sonsuza dek sürmeyecek. "

Kendimi mutlu ya da mutsuz hissedip hissetmem nedenler ve koşullar üzerinden belirleniyor. Hindistan'lı büyük bir Budist öğretmen Shantideva, bize çok faydalı bir tavsiye vermiştirs: Değiştirebileceğiniz bir durum varsa, o zaman neden endişeleniyorsunuz? Sadece değiştirin. Ve değiştiremeyeceğiniz bir durum söz konusu ise, o zaman neden endişelenelim? Endişelenmenin hiçbir şeye faydası olmayacak.

Bu prensibi kullanarak şöyle düşünebilirim: "Bu trafik ile yarışamam. Burada sıkışıp kaldım. Bu durumu değiştiremem, bu yüzden sadece gerçekliğini kabul etmem gerekiyor." Gerçekliği kabul etmek, çoğumuzun yapmakta büyük zorluk yaşadığı bir şeydir. Durumu düzeltmek için yapabileceğimiz bir şey var mı? Cep telefonum varsa randevu aldığım kişiyi arayabilir ve “Üzgünüm, trafikte sıkıştım. Biraz geç kalacağım" diyebilirim. Randevu aldığım kişinin hayal kırıklığına uğrayıp uğramamaları kendilerine kalmış. Kulağa biraz kaba gelse de, yapılması gereken bu. Gerçeklerle yüzleşmek gerek; sıkışıp kaldım, görüşmeye geç kalacağım ve diğer kişinin nasıl tepki vereceği benim kontrolümün dışında.

Bu durumda randevuyu kaçırıyorum diye kötü hissetmek, arkadaşımı, beni orada bekleyen kişiyi hayal kırıklığına uğrattığımı hissetmek gibi suçluluk duygularına karşı dikkatli olmalısınız. Burada yanlış bir düşünce var, “bunu engelleyebilmem gerekirdi, yolda çok fazla trafik olması benim hatam” düşüncesi. Açıkçası bu çok saçma bir düşünce – trafik sıkışıklığı nasıl benim hatam olabilir ki? Daha erken yola çıkabileceğim doğru, ama yine de yolda bir kaza olabilirdi; Erken yola çıksam bile geç kalabilirdim. Her şey benim kontrolümde değil ve evrende olup biten her şey benim suçum değil. Bunun yerine şöyle düşünebilirim: "Geç kaldığım için mutlu değilim, ancak bu benim hatam değil ve trafiğe bağlı olarak mümkün olan en kısa sürede oraya varmak için elimden geleni yapacağım." Trafikte sıkışıp kalmış olmanın verdiği mutsuzluğu analiz edebilirim; Biraz müzik dinleyebilirim; Hala yoldayken biraz eğlenebilirim. Eğer sıkışıp kalmışsam en azından zamanımı iyi değerlendirmeye çalışabilirim.

Trafik Sıkışıklığı Hakkında Düşünmek

Bir sonraki adımda trafiği analiz etmeliyiz. Bu trafik sıkışıklığıyla ilgili düşüncem, bunun korkunç bir şey ve dünyadaki en kötü durum olduğu. Elbette sonsuza dek süreceğini düşünüyoruz; Asla trafiği aşıp gideceğimiz yere ulaşamayacağımızı düşünüyoruz. Bu noktada durumu analiz edebiliriz: Trafik birçok farklı nedenden dolayı bu hale geliyor. Nedenlerden kaynaklanan her şey nedenlere ve koşullara bağlıdır ve bu sebepten değişmek zorundadır – kalıcı olması imkansız. Bağımlı olduğu çeşitli koşullar değiştiğinde, durumun kendisi de değişime maruz kalacaktır.

Yolda bir kaza oldu diyelim. Trafik sıkışıklığına neden olan koşullardan biri de bu. Eninde sonunda enkaz yoldan temizlenecek, yaralılar hastaneye kaldırılacak, acil durum araçları olay yerinden ayrılacak ve trafik yeniden eski haline dönecek. Trafik sıkışıklığına neden olan unsurlar (çarpışan arabalar, polis ve ambulans araçları) gitmiş olacak. Trafik sıkışıklığına neden olan koşulların değişmesiyle, trafik sıkışıklığının kendisi de değişecek – trafik sorunu ortadan kalkacaktır. Bu analizi sayesinde, trafiğin korkunç bir şey olmadığını görebiliriz. Durumu kendiliğinden oluşmuş – sanki "trafik sıkışıklığı" herhangi bir neden veya koşulla tamamen ilgisiz bir şekilde kendi kendine var olmuş ve yolu tıkamış gibi görmek yerine, her şeyi durumu etkileyen tüm nedenler ve koşulların daha geniş bir bağlamında görmek çok ama çok önemlidir.

Odağımızı Başkalarını Da Kapsayacak Şekilde Genişletmek

Görüldüğü gibi, Budist felsefesini kullanarak trafik hakkında daha gerçekçi bir tutuma sahip olabiliriz. Ve sonra bu trafikte kendimize karşı olan tutumumuzu analiz edebiliriz. Bu zaman "Zavallı ben" ve "gitmek istediğim yere zamanında varamayacağım" düşüncelerine takıntılı olduğumuzu göreceğiz. Fakat gerçekliğe bakarsak, bu trafikte sıkışıp kalan tek kişinin “ben” olmadığını görebiliriz. Etrafımdaki arabaların içi insanlarla dolu ve onlar da bir an önce gidecekleri yere gitmek istiyorlar. Yani tek başıma değilim. Yanımdaki diğer arabalardaki insanlara – sağa, sola, öne ve arkaya – bakabilirim ve eğer onların çok üzgün ve kızgın olduklarını görürsem, onlara karşı bir şefkat duygusu geliştirmem mümkün olabilir – onların duygusal olarak bu kadar zor bir durumu geride bırakmalarını ve trafik sıkışıklığından kurtulmalarını dileyebilirim.

Sadece kendime odaklandığımda, düşüncelerimin kapsama alanı çok ama çok küçük kalıyor. Düşüncelerim sadece kendime odaklandığında zihnim çok sıkışık bir hale gelir. "Zavallı ben" düşüncesine sıkıca sarılıyorum. İçimdeki her şey, tüm enerjim çok sıkı bir şekilde bağlı kalıyor. Oysa daha geniş bir bağlamda çevremdeki, trafikte sıkışıp kalan tüm insanları düşünürsem, o zaman zihnimin enerjisi çok daha geniş bir alana yayılacak ve düşünme alanım çok daha geniş olacağı için zihnim de çok daha rahat olacaktır . Mutsuzluğumun acısının bir kısmı ona bu kadar sıkı tutunmamdan geliyor ki ve kafamda ”ben” düşüncesi hakim olmazsa, düşüncelerimi genişletebilirim. Bu, hissettiğim mutsuzluğun üstesinden gelmenin etkili bir yoludur. Tüm ruh halim daha konfurlu, daha rahat bir duruma geçecektir; Daha az acı çekeceğim. Tüm bunlar randevuma geç kalacağım gerçeğini değiştirmiyor – bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok, ancak trafikte takılıp kalma deneyimimle ilgili bir şeyler yapabilirim.

Sonuç: Düşüncemizi Analiz Etmek ve Değiştirmek İçin Budizm'den faydalanmak

Budizm sadece modern yaşamla değil, ayrıca yaşamın tüm yönleriyle çok uyumudur. Duygularımıza, tutumlarımıza ve tutumlarımızın temeli olan projeksiyonlarımıza dikkat etmeye çalışıyoruz. Düşünme, konuşma ve davranış takıntılarımızı analiz ediyoruz. Bu takıntılar, yaptığımız projeksiyonların sonucu olarak ortaya çıkıyor ve gerçekte neler olup bittiğini daha net bir şekilde görmek için analiz yöntemlerini uygulamaya çalışıyoruz. Budist bilimi ve felsefesi, kendimize verdiğimiz acıyı en aza indirmek için günlük yaşamda bize harika faydalar sağlıyor. Günlük hayatımızda mutlu ya da mutsuz olma açısından iniş çıkışlar yaşarken susamış bir insan gibi hareket etmemeye çalışıyoruz. Mutlu olduğumuzda, bu mutluluk bizimle olduğu sürece ondan zevk alırız çünkü çok uzun sürmeyeceğini biliyoruz. Ama bunu çok fazla abartmıyoruz – bu mutluluk bize ne kadar zevk veriyorsa biz de o kadar zevk alıyoruz. Ve mutsuzsak, zaman zaman herkesin mutsuz olduğunu hatırlıyoruz – bu çok normal bir şey. Yapmamız gereken şey her neyse onu yapmaya devam ediyoruz ve bu şekilde, olup biten hiçbir şeyin önemini fazla abartmadan yaşamımızı sürdürüyoruz. Başka bir deyişle, hayattaki durumları kendi projeksiyonlarımız ile şişirmekten kaçınıyoruz. Bu şekilde hayat bizim için daha neşeli bir hale bürünüyor, çünkü zihnimiz tamamen “ben” ve benim istediğim şeylere odaklanmadığı için hayattaki tümü küçük şeylerin bize verdiği neşeyi görebilir duruma geliyoruz.

Top