Dharma’yı İzlemek ve Acılardan Kaçınmak

Sanskritçe Dharma, Tibetçe chö kelimesi tutmak veya yukarı kaldırmak, desteklemek, sürdürmek anlamına gelir. Desteklenen veya savunulan nedir? Acıların yok edilmesi ve mutluluğa erişmek. Dharma bunu yalnızca bizim için değil, tüm varlıklar için yapar.

Acıyı Tanımak

Çektiğimiz acılar iki türdedir: biz insanlara doğrudan görünür olanlar ile duyu ötesi güçler olmadan göremediklerimiz. Birinci türdeki acılar doğuş sürecinde yaşanan ıstırabı, ara sıra hasta düşmenin tatsızlığını, büyümenin ve yaşlanmanın getirdiği azap ve ölümün dehşetini içerir.

Ölümden sonra gelen acılar sıradan bir kimse tarafından görülemez. Öldükten sonra muhtemelen insan olarak yeniden doğacağımızı düşünebiliriz. Ne var ki, bunun illa böyle olacağı kesin değildir. Böyle bir evrimin meydana geleceğini varsaymamız için mantıksal bir sebep yoktur. Ayrıca öldükten sonra hiçbir yeniden doğuşa haiz olmayacağımız da doğru değildir.

Haiz olacağımız belirli yeniden doğuş türüne gelince, bu bilinmesi çok zor olan, şu anda bilgi alanımız içerisinde bulunmayan bir şeydir. Bu yaşam boyunca olumlu karma üretirsek, doğal olarak gelecekte de mutlu yeniden doğuş formlarına bürüneceğizdir. Buna karşın, çoğunlukla olumsuz karma yaratırsak, mutlu bir yeniden doğuşa haiz olmayacağız, varlığın daha düşük aşamalarında büyük zorluklar yaşayacağız demektir. Burası kesindir. Yeniden doğuş bu şekilde işler. Buğday tohumu ekersek, buğday bitkisi elde ederiz. Pirinç tohumu ekersek, pirinç bitkisi elde ederiz. Aynı şekilde, olumlu karma yaratırsak, cehennem mahluku, aç bir hayalet veya hayvan olarak yeniden doğuşun üç düşük aşamasından birinde yeniden doğuşun tohumlarını atmış oluruz.

Dört farklı aşama veya cehennem alemi (kederli alemler) bulunur: sıcak, soğuk, komşu ve geçici cehennemler. Bunları daha alt bölümlere ayırınca, sekiz farklı sıcak cehennem bulunur. Bunların ilki Dirilme Cehennemi olarak bilinir. Göreli olarak en az acı çekilen cehennem budur. Burada çekilen azabın şiddetini anlamak için, müthiş bir ateşte kavrulan bir kimsenin ıstırabının birinci sıcak cehennemde bulunan varlıkların ıstırabının yanında son derece hafif kalacağını düşünebiliriz. Dirilme Cehenneminin altında bulunan her cehennemde çekilen azabın şiddeti giderek artar.

Cehennem mahlukları ile aç hayaletlerin acıları bize görünür olmasa da, hayvanların acılarını kendi gözlerimizle görebiliriz. Biz de hayvan olarak yeniden doğsak neler olurdu diye merak ediyorsak, burada Hindistan’da etrafımızda gördüğümüz sokak ve yük hayvanlarına bakmamız ve onların koşullarında yaşamanın nasıl olacağını düşünmemiz yeterlidir. Bizi bu daha düşük yeniden doğuşların acılarından sakınan ve koruyan Dharma’dır.

Bütün yeniden doğuş döngüsünün, tüm kontrolsüz olarak tekrarlanıp duran varoluşun (samsara) tabiatı acıdır. Dharma bizi tüm samsarik acılardan koruyandır. Ayrıca, Büyük Aracın öğretileri Mahayana Dharma sadece bizi değil, tüm sınırlı varlıkları (hissedebilen varlıklar) himaye eder.

Emin Sığınak İstikametini Benimsemek

Budizm’de Üç Sığınak Mücevherini çok duyarız: Buddha, Dharma ve Sangha. Bunların ilki Dharma’yı öğreten tam ve eksiksiz aydınlanmış varlıkların tümünü içerir. Varanasi’de dört yüce hakikati öğretmek suretiyle Dharma çarkını ilk kez çeviren Shakyamuni Buddha, bizim için bunların en önemlisidir. Bu dört hakikatin sonuncusu – hakiki yollar – kurtuluşa ulaşmak için pratik edilmesi gereken Dharma’dır. Bu emin istikametin sığınak nesnesi olan Dharma Cevheridir.

Dharma pratiği iki unsura sahiptir: samsarik acıların kökenini tanımak ve bu kökü söküp atmak. Tekrarlanıp duran varoluşun kökü nedir? Hakikaten varolan bir benlik ile fenomenlerin hakiki varoluşunun kavranmaya veya elde edilmeye çalışılmasıdır. Tüm acıların kaynağı olan bu kavrama çabasına yönelik bir tiksinti geliştirmeliyiz. Hakiki varoluşu anlama çabasına karşı bir panzehir geliştirmemiz gerekir. Bu panzehir benliksizliğin veya kimliksizliğin bilgeliğidir (ayırıcı farkındalık). Bizi acılardan özgürleştirecek olan da bu benliksizlik anlayışıdır.

Samsarada çektiğimiz acılar nedensiz yere gerçekleşmez. Bunlara sebep olan rahatsız edici duygular ve tutumlar (sanrılar) ile bunların yarattığı karmadır. Tüm rahatsız edici duygular ve tutumlar ile karmanın kökeninde yatan sebep, bir benliği kavrama veya elde etme çabasıdır. Bunu anladığımız zaman, bir benlik elde etme çabasının panzehirini edinmek isteriz. Peki zihinsel devamlılıklarımızda bu panzehiri neden geliştirmiş değiliz? Benliksizliği neden anlamıyoruz? Bunun bir sebebi, ölüm ve gelip-geçiciliğin yeterince bilincinde olmayışımızdır.

Ölüm ve Gelip-Geçicilik

Doğumun tek olası sonucu ölümdür. Kaçınılmaz olarak öleceğiz. Yaşamı ölümle sona ermemiş bir canlı yoktur. İnsanlar ölümün meydana gelmesini engellemek için pek çok yöntem dener ama bu imkansızdır. Hiçbir ilaç ölüme derman olamaz.

Sadece “Öleceğim” diye düşünmek ölümü tefekkür etmenin doğru yolu sayılmaz. Elbette herkes ölecektir fakat bu gerçeği salt düşünmekle kalmak pek kuvvetli bir yöntem olmaz. Bunun doğru yöntemi bu değildir. Aynı şekilde, basitçe ufalanıp dağılacağımız, bozulacağımız, bedenlerimizin çürüyeceği gerçeğini düşünmek de yeterli değildir. Düşünmemiz gereken, düşüşümüzü nasıl engelleyeceğimizdir.

Ölüm vakti gelince kişiyi saran korkuyu ve bu korkuyu nasıl yok edeceğimizi düşünürsek, işte o zaman ölüm üzerine meditasyonumuz etkili olacaktır. Yaşamları süresince çok fazla olumsuz karma biriktirmiş kimseler ölüm vakti gelince büyük bir korkuya kapılır. Ağlarlar, gözlerinden yaşlar gelir, salyaları akar, üstlerini başlarını pislerler ve bu korkuyla kendilerini kaybederler. Bunlar, ölüm vakti geldiğinde yaşam boyunca ifa edilen olumsuz eylemlerin yol açtığı korku yüzünden çekilen acıların açık belirtileridir.

Bunun yerine, yaşamlarımız sırasında olumsuz eylemlerde bulunmaktan imtina edersek, bizim için ölüm vakti geldiğinde bununla yüzleşmek son derece kolay olur. Bu aynı evine, anne babasının yanına giden bir çocuğun yaşadığına benzer neşeli bir deneyimdir. On olumsuz eylemden imtina edip bunların karşıtları olan on yapıcı eylemi yerine getirdiğimizde, ölümlerimiz kolay olur ve böylece acılar içerisinde bir yeniden doğuşa haiz olmamız gerekmez. Daha mesut aşamalarda yeniden doğacağımızdan emin olabiliriz. Şifalı bitkilerin tohumlarını ekersek şifalı güçlere sahip ağaçlar elde ederiz; zehirli ağaçların tohumlarını ekersek yalnızca zararlı meyveler üretiriz. Bilincimiz üzerinde yapıcı eylemlerin tohumlarını ekersek, gelecek yeniden doğuşlarda mutluluk yaşarız. Gerek zihinsel gerekse fiziksel olarak mesut koşullarımız olur. Bu temel Dharma öğretisi – yıkıcı eylemlerden kaçınmak ve yapıcı eylemler ekip biçmek – yalnızca Budizm’de değil, Hristiyanlık da dahil başka pek çok dinde de mevcuttur.

Ölümü ve gelip-geçicilik üzerine nasıl tefekkür ederiz? Daha önce de söz edildiği gibi, salt “Öleceğim” diye düşünmenin pek faydası yoktur. Şöyle düşünmemiz gerekir: “On yıkıcı eylemden herhangi birisini yaptıysam, ölüm vakti gelince çok büyük korku ve acılarla yüz yüze kalacağım ve bu yüzden çok bedbaht bir yeniden doğuşa intikal edeceğim. Fakat bunun yerine yaşamım boyunca olumlu güçler yarattıysam (liyakat), ölüm vakti gelince korku veya acı hissetmeyeceğim ve daha mesut bir aşamada yeniden doğacağım.” Ölüm hakkında tefekkür etmenin doğru yolu budur.

Bu meditasyonun yalnızca “Öleceğim ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok” şeklinde kasvetli ve kötümser bir düşünce olması gerekmez. Bundan ziyade, öleceğimiz zaman ne olacağını düşünmeliyiz. “Ölümden sonra nereye gideceğim? Ne gibi nedenler yarattım? Ölümümü mutlu bir ölüm kılabilir miyim? Bunu nasıl yaparım? Gelecek yeniden doğuşlarımı mutlu kılabilir miyim? Bunu nasıl yaparım?”

Gelecek yeniden doğuşları düşünürken, samsarada hiçbir yerin güvenilir olmadığını unutmamamız gerekir. Hangi bedeni alırsak alalım, bu eninde sonunda gelip geçecektir. Tarihte yüz, hatta bin yıl yaşamış insanlar olduğu yazar. Fakat, bu anlatılar ne kadar fantastik olursa olsun, eninde sonunda ölmesi gerekmemiş olan hiç kimse olmamıştır. Edindiğimiz her nevi samsarik beden ölüme tabidir.

Ölümden kaçmak için gidebileceğimiz bir yer de yoktur. Nerede olursak olalım, vakti geldiğinde ölmemiz gerekecek. O halde dünyadaki bütün ilaçlar, mantralar ve pratikler buna derman olamaz. Cerrahi operasyonlar bedenlerimizdeki kimi hastalık türlerini iyileştirebilir ama hiçbiri ölüme engel olamaz.

Hangi türde yeniden doğuşa haiz olursak olalım, ölüme tabi olacaktır. Bu süregiden bir süreçtir. Eylemlerimizin uzun erimli etkileri ve doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğuş sürecinin nasıl sürekli olduğu üzerine tefekkür etmek pek çok olumlu karma üretmeye yardımcı olur.

Her ne kadar bazen Dharma pratik etmeyi planlasak da, bunu genellikle yarın ya da yarından sonraki gün yapmaya karar veririz. Fakat hiç birimiz ne zaman öleceğimizi söyleyemeyiz. Mutlaka yüz yıl yaşayacağımızın bir garantisi olsaydı, pratiğimizi planlayacak özgürlük alanına sahip olurduk. Ne var ki ne zaman öleceğimize dair en ufak bir kesinlik yoktur. Pratiğimizi ertelemek büyük bir budalalık olur. Bazı insanlar daha doğmadan rahimdeyken ölürler, kimileri ise daha yürümeyi öğrenmeden bebekken ölürler. O zaman bizim de uzun bir yaşam süreceğimizin hiçbir garantisi yoktur.

Bedenlerimiz son derece narindir. Taştan veya demirden olsalardı, belki de bir nevi sarsılmazlık hissi uyandırabilirlerdi. Fakat sorguladığımız zaman, insan bedeninin çok zayıf olduğunu anlarız. Bedenimizde kolaylıkla bir terslik çıkabilir. Bedenimiz, sayısız minicik narin parçadan oluşan nazik bir kol saati gibidir. Güvenilmemesi gerekir. Pek çok şart ölümümüze sebep olabilir: gıda zehirlenmesi, böcek ısırması, hatta zehirli bir diken batması. Bu gibi ufacık sebepler dahi bizi öldürebilir. Yaşamlarımızı uzatmak için aldığımız gıda ve sıvılar, onu sonlandıran unsurlara dönüşebilir. Ne zaman öleceğimizi veya hangi koşulların ölümümüze yol açacağını kesin olarak bilmenin yolu yoktur.

Yüz yıl yaşayacağımızdan emin olsak bile, bu sürenin pek çok senesi biz pek bir şey başarmadan zaten geçip gitmiştir. Ölüme bir tren vagonunda uyuyan, varış noktasına sürekli daha çok yaklaşan ama sürecin bilincinde olmayan bir adam gibi yaklaşırız. Bu süreci durdurmak için yapabileceklerimiz çok sınırlıdır. Yalnızca ölüme mütemadiyen daha da yaklaşıp dururuz.

Yaşamlarımız boyunca ne kadar para, mücevher, ev ya da kıyafet biriktirmiş olursak olalım, ölüm vakti geldiğinde bunların hiçbir önemi olmayacaktır. Öldüğümüzde, ellerimiz boş gitmemiz gerekecektir. En ufacık fiziksel nesneyi bile yanımızda götüremeyeceğiz. Bedenin kendisinin de geride bırakılması gerekecektir. Beden ve zihin ayrı olup, zihin akışı kendi başına devam eder. Yanımızda herhangi bir mülk götürmek imkansız olduğu gibi, bedenlerimizi bile yanımıza alamayız.

Karma

Ölümden sonraki bu bilince eşlik eden nedir? Bedenlerimizi, dostlarımızı ve tüm sahip olduklarımızı geride bırakmamız gerekiyorsa, bilincimiz gelecek bir yaşama doğru yola çıktığında ona eşlik eden bir şey veya bir yardımcı bulunur mu?

Ölümden sonraki bilinci takip eden bir şey vardır: bu yaşam süresince biriktirdiğimiz karmik kalıtlar (tohumlar). On olumsuz karmik eylemden herhangi birini ifa ettiysek, zihinsel devamlılıklarımıza gelecek yeniden doğuşlarına doğru yolculuklarında olumsuz bir karmik kalıt veya karmik borç eşlik edecektir. Başka varlıkları öldürmekle, başkalarının mülklerini çalmakla veya uygunsuz cinsel davranışlarda bulunmakla, bedenin bu yıkıcı eylemlerinden gelen olumsuz karmik kalıtlar zihin akışına geçer. Yalan söylemekle, iftira etmekle ve insanlar arasında ihtilafa yol açmakla, sözle başkalarına zarar vermekle veya anlamsızca konuşmakla, bu olumsuz dil eylemlerinden ileri gelen olumsuz karmik borçlar ölüm vakti gelince bizimle birlikte yolculuk eder. Çok açgözlü düşüncelerimiz olmuşsa, genellikle başkalarının sahip olduklarına sahip olmayı dilemişsek; başkalarına karşı art niyetli olmuş, onlara zarar gelmesini ya da başlarına kötü bir şey gelmesini istemişsek ya da “geçmiş veya gelecek yaşam diye bir şey yoktur,” “neden-sonuç diye bir şey yoktur,” “emin sığınak istikameti diye bir şey yoktur,” gibi çarpık ve ters düşüncelere sahip olmuşsak, zihnin bu yıkıcı eylemleri zihinlerimizle birlikte yolculuk eden ve onları gelecek yeniden doğuşlara yönlendiren olumsuz karmik kalıtlar üretecektir.

Bunun aksi de doğrudur. Olumlu eylemlerde bulunmuş ve olumsuzluk yaratmaktan kaçınmışsak, bu gibi bir olumlu enerjinin karmik kalıtları zihin akışlarımızda yolculuk eder ve gelecek yaşamlarda daha iyi koşullar üretir.

İçinde bulunduğumuz durumu gerçekten düşündüğümüz zaman, olumlu karma üretip bunun tersini yok etmek için elimizden geleni yapmaya karar veririz. Kendimizi mümkün olduğunca olumsuzluktan arındırmaya çalışmalı, gelecek yaşamlarımızda geri ödeyecek en ufak karmik borç kalmaması için uğraşmalıyız.

Neden-sonuç yasası uyarınca ne türde tepkiler oluşabileceğine bakmamız gerekir. Pek çok iyi niteliğe sahip ama dili çok kırıcı olan bir adamın hikayesi anlatılır. Bir başkasına hakaret eder, “Köpek gibi yürüyorsun” der. İşte bu yüzden beş yüz sefer köpek olarak yeniden doğmuştur. Ufak gibi görünen bir eylemin çok büyük sonuçları olabilir.

Aynı şekilde, çok küçük bir olumlu eylem de çok büyük sonuçlar doğurabilir. Anlatılana göre, küçük bir çocuk Buddha’ya mütevazı bir sunuda bulunmuş ve bunun sonucunda binlerce Budist anıtı diken ve sayısız yüce etkinlikte bulunan büyük kral Ashoka olarak yeniden doğmuştur.

Feragat ve Şefkat

İfa ettiğimiz çeşitli türlerdeki yıkıcı eylemleri ve bunların sonuçları üzerinde tefekkür etmek refah ve mutluluğumuzu temin etmenin çok etkili bir yoludur. Olumsuzluğumuz yüzünden bizzat çekmemiz gerekecek acıları düşünür ve böylelikle böyle bir sefalet çekmek zorunda kalmamak için var gücümüzle dilekte bulunursak, “feragat” denilen şeyi geliştirmiş oluruz.

Bu düşünme tarzına vakıf olmak kendi başına bir meditasyon biçimidir. Öncelikle, kendi acımıza dair farkındalık geliştirmemiz gerekir; daha sonra bu farkındalığı tüm canlıları kapsayacak şekilde genişletmemiz gerekir. Tüm varlıkların nasıl acı çekmemeyi dilediklerini ama acılı bir açmazda takılmış olduklarını düşünün. Bu türde düşünce şefkat doğurur. Kendi acılarımızın hepsinden özgürleşme dileğini geliştirmezsek, diğer varlıkların kendi acılarından özgürleşmeleri dileğini nasıl geliştirebiliriz ki? Kendi acılarımızın hepsine son verebiliriz ama bunun son kertede bir faydası dokunmaz. Bu dileği, hepsi de mutlu olmayı arzu eden tüm canlıları kapsayacak şekilde geliştirmemiz gerekir. Zihinlerimizi eğiterek herkesin acılarından tamamen kurtulmaları dileğini geliştirebiliriz. Bu çok daha engin ve faydalı bir düşünme yoludur.

Neden diğer canlılarla alakadar olmamız gerekir? Gerekir çünkü başkalarından aldığımız o kadar çok şey vardır ki. Söz gelimi, içtiğimiz süt ineklerin ve mandaların iyiliğinden gelir, bizi soğuktan koruyan sıcak giysiler koyunların ve keçilerin yününden gelir, vb. Bunlar neden uğraşıp onların acılarını yok edebilecek bir yöntem bulmaya çalışmamız gerektiğine dair verilebilecek örneklerden yalnızca birkaçıdır.

Ne türde bir pratik uyguluyor olursak olalım – mantra zikretme veya herhangi türde bir meditasyon – daima “Bu yaptığım tüm sınırlı varlıkların faydasına olsun” düşüncesini aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Bunun bize de doğal olarak faydası dokunacaktır. Günlük yaşamımızda karşılaştığımız durumlar bunun kıymetini görmemizi sağlayabilir. Söz gelimi, bir kimse çok bencilse ve sürekli kendi çıkarı için çalışıyorsa, diğerleri tarafından pek de sevilmez. Oysa iyi yürekli olup sürekli başkalarına yardım etmeyi düşünen bir kimseyi genellikle herkes sever.

Zihinsel devamlılıklarımızda geliştirmemiz gereken düşünce, “Herkes mutlu olsun ve kimse acı çekmesin” düşüncesidir. Bunu kendimize tekrar tekrar anımsatarak kendi düşüncemizle bütünleştirmeye çalışmalıyız. Bunun bize son derece faydası dokunabilir. Geçmişte bu türde düşünceyi geliştirmiş olan varlıklar şimdi büyük Buddhalar, bodhisattvalar ya da azizler olmuştur; dünyanın gerçekten büyük olan tüm erkekleri ve kadınları kendilerine bunu temel almıştır. Bunu kendimiz de üretmeye çalışırsak ne kadar harikulade bir şey olur!

Sevdiklerimizi Korumak için Başkalarına Zarar Verme Karması

Biri bize zarar vermeye çalıştığında kendimizi savunmamamız mı nasihat edilmektedir?

Bu soru çok kapsamlı bir konuyu açar. Biri çıkıp da kafanıza bir sopayla veya değnekle vurursa, buna verilecek en iyi yanıt bunu geçmişteki kendi olumsuz eylemleriniz yüzünden yaşadığınız üzerine meditasyon yapmaktır. Söz konusu kişinin bu belirli karmik kalıtın gelecekte bir zamanda değil de şimdi olgunluğa erişmesine nasıl izin verdiğini düşünün. Zihin akışınızdan bu olumsuz karmik borcu sildiği için kendisine minnettarlık duymanız gerekir.

Peki ya biri karıma veya çocuğuma saldırırsa? Onları savunabilir miyim? Bunu yapmak olumsuz bir eylem mi olur?

Karınızı ve çocuğunuzu korumak sizin vazifeniz olduğu için, bunu mümkün olduğunca dirayetli bir şekilde yapmaya çalışmalısınız. Akıllı davranmalısınız. En iyisi onları saldırgana zarar vermeden korumaktır. Diğer bir deyişle, herhangi bir zarar vermeden onları korumanın bir yöntemini bulmanız gerekir.

O benim çocuklarıma zarar verebilecek ama ben ona zarar veremeyecek miyim? Çocuklarımızı barbarca ve zalimce eylemlere karşı korumak vazifemiz değil mi? Hayatımızı öylece teslim mi etmemiz gerek?

Bu durumla dirayetli bir şekilde başa çıkmak için çok yürekli olmanız gerekir. Buddha’nın önceki bir yaşamıyla ilgili bir hikaye anlatılır. O yaşamında gemicidir ve gömülü bir hazinenin peşinde beş yüz adamla beraber denize açılır. Bu grupta çok açgözlü düşüncelere sahip bir adam vardır ve tüm mücevherleri çalmak için beş yüz kişiyi öldürmeyi planlamaktadır. Bodhisattva (önceki bir yaşamda Shakyamuni Buddha) bunun farkındadır ve olayın gelişmesine izin vermenin yanlış olduğunu düşünür zira tek bir adam beş yüz adamı öldürecektir. O zaman çok yürekli bir düşünce geliştirerek bu tek adamı öldürerek beş yüz adamı kurtarmaya karar verir; böylece öldürmenin tüm sorumluluğunu bilerek ve isteyerek kendi üzerine almış olur. Başkalarını kurtarmak için bir cehennemde yeniden doğma zorunluluğunu kabul etmeye hazırsanız, o zaman çok yürekli düşünüyorsunuz demektir. O zaman siz de aynı Buddha gibi bu eylemlerde bulunabilirsiniz.

Bu gibi koşullar altında öldürmek yine de olumsuz bir eylem mi kabul edilir?

Nagarjuna bir dostuna yazdığı Mektubunda kişinin, anne babasını, çocuklarını, Budizm’i veya Üç Sığınak Mücevherini korumak adına bir olumsuzluk ifa ederse, bunun sonuçlarına katlanması gerekeceğini yazmıştır. Buradaki ayrım, sonuçların bilincinde olup olmadığınız ve karınızı ve çocuğunuzu fedakarca korumak için bunları kendi üzerinize almaya hazır olup olmadığınızdır. Düşmana zarar verirseniz, acılı bir yeniden doğuş yaşayacaksınızdır. Fakat, “Bu acıları kendi üzerime alacağım ve böylece karım ve çocuğum acı çekmeyecek” diye düşünerek bununla yüzleşmeye hazır olmanız gerekir.

O halde Budizm’e göre bu yine de olumsuz bir eylem olacaktır?

Karınızı ve çocuğunuzu korumak olumlu bir yapıcı eylemdir ama düşmana zarar vermek olumsuz ve yıkıcıdır. Her ikisinin de sonuçlarına katlanmaya hazır olmanız gerekir.

Bir kimse olumsuz karma yaratırsa gelecekte acı çekeceğini ama iyilik yaparsa bunun mutluluk getireceğini söylediniz. Bu iyi eylemler yeniden doğuşa haiz olmak zorunda kalmamak anlamında tam bir kurtuluş getirir mi?

Kurtuluşa haiz olmak istiyorsanız, öğretileri eksiksiz olarak ve en ufak ayrıntısına kadar izlemeniz gerekir. Söz gelimi, Hristiyan yolunu izliyorsanız, İsa’nın öğretilerini kusursuz bir şekilde izlemeniz gerekir. O zaman Hristiyan kurtuluş mümkün olur. İsa tek başına bizi günahlarımızdan kurtaramaz; bizlerin de bizzat bir şeyler yapması gerekir. Yoksa İsa neden günah işlememeyi nasihat etmiş olsun? Bizzat İsa’nın öğrettiklerini doğru bir şekilde izlersek, bence Hristiyan kurtuluş mümkündür. Buddha’nın öğretilerini doğru bir biçimde izlersek, Budist “kurtuluş” – özgürleşme – mümkündür.

Top